Stalin’e Yapılan Saldırı Sosyalizme Yapılmıştır

Stalin’e Yapılan Saldırı Sosyalizme Yapılmıştır

ANF’de 19 Kasım 2025 tarihin de Fırat Dicle imzasıyla “Rojava sosyalizmin son durağı, demokratik sosyalizmin ilk adımıdır” başlığıyla bir makale yayınlandı. Makale, sosyalizm ve sosyalist devrimler ile Stalin başlıklarında çok ciddi yanlışlarla dolu.

15 Aralık 2025

ANF’de 19 Kasım 2025 tarihin de Fırat Dicle imzasıyla Rojava sosyalizmin son durağı, demokratik sosyalizmin ilk adımıdır başlığıyla bir makale yayınlandı. Makale, sosyalizm ve sosyalist devrimler ile Stalin başlıklarında çok ciddi yanlışlarla dolu.

Makalenin başlığından edinilen ilk izlenim, yazarın Rojava devrimi ve onun kazanımlarını anlattığı sanılsa da, yazı bir bütün olarak okunduğunda, başlık ile yazarın niyeti arasında büyük bir fark olduğu görülmektedir.

Yazar, “Rojava, bu inanç ve düşünce ile sosyalizmin son durağıdır. Ve Demokratik sosyalizmin ilk mekanı, ilk ayak izlerinin yeşerdiği yerdir. Sahrada vaha olan tek mekandır. Hegel’in sol diyalektiği anlayışı ile sosyalizmin inşasını gerçekleştiren Marksizm ve Leninizm, yaşanılacak bir dünyanın olduğunu gösterdi

Ancak Alman Filozof Hegel’in oluşturduğu diyalektik, iki farklı görüşün de temellerini atmıştı. Bir taraftan sağ Hegelcilik, Alman faşizmine ve daha sonraki dönemlerde ulus-devletleri oluşturan, faşizmi hortlatan düşünce ile pratiklere zemin yaratırken, sol Hegelcilik Marksizm’e, yani bir bütün olarak sosyalizme götüren bir anlayış ve pratiğin ortaya çıkmasına neden oldu.

Bunun için binlerce bedelle ve emekle yaratılan Marksist, Leninist ve Maoist devrimler sisteme, angaje olarak sistemin en büyük savunuculuğunu yaptı. Lenin’in Sovyetleri, Stalin’le beraber bir Sovyet faşizmine dönüşürken, Mao’nun komünizmi ise en büyük sermayedar ve kapitalist olarak dönüşüme zorlandı.Toplumsallıktan uzak bir sosyalizm, sistemin devamı olmaktan öteye gidemez.” (ANF Fırat Dicle) diyerek bilinen koroya katılmış bulunuyor.

Kürt Ulusal Hareketi, 27 Şubat 2025 tarihinden bu yana devletle başlattığı  süreçle birlikte yeni bir paradigmayı benimsedi. Fırat Dicle’nin söz konusu makalesinin bu yeni paradigmanın bir izdüşümü olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Stalin şahsında sosyalizme yönelik makaledeki iddia ve tespitlere ilişkin görüşlerimizi ifade etmeye çalışacağız.

Troçki’ye yönelik mücadelede Stalin

Dünya’da bugüne değin en fazla saldırıya uğrayan komünist usta Stalin’dir. Bu saldırı üç cepheden yapılmaktadır. Birinci cephede emperyalistler gelmektedir. Emperyalist paylaşım savaşında Hitler ve müttefiklerinin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetini yenilgiye uğratması beklenirken, Stalin önderliğindeki Kızıl Ordunun birçok ülkeyi işgalden kurtarıp, faşizmin burçlarına Kızıl bayrak dikerek savaşı sona erdirmesini emperyalistler hazmedemedi. Seksen yıldır bu saldırı hızından bir şey kaybetmeden devam ediyor.

İkinci saldırı ise Troçkist çevrelerden yapılmaktadır. İddia, Stalin’in Troçki’yi ülke dışında öldürttüğüdür.

Üçüncü saldırı ise bazı devrimci-demokratik-yurtsever çevrelerden gelmektedir. Bu çevreler, her ne kadar ilk iki kesim kadar olmasa da, fırsat buldukça Stalin’i masaya yatırmaktan geri kalmıyorlar.

Son bir yıldır da Stalin ve sosyalizme yönelik ideolojik düzlemde manipülasyon  Kürt ulusal hareketinden gelmektedir. KUH, ‘sosyalizmden dersler çıkartma’ adına MLM’ye tavır almış bulunuyor.

Dönem dönem, demeç ve yazılarının aralarına ‘sosyalizmi savunmak’ vb. argümanları serpiştirse de, bunun esasa düşen bir tutum olmadığını biliyoruz.

Fırat Dicle, bu makalesinde sosyalizme yönelik ideolojik dezenformasyonu, “sosyalizmin savunulması” olarak maskelemeye çalışmaktadır. Sosyalizmin temellerine saldırarak, MML’yi revize ederek, sosyalizme saldırısını boyunu aşan bir zeminde yapmaktadır.

Proletaryanın büyük öğretmeni Stalin yoldaşı ”faşist” olarak ilan etmesi bunu gösteriyor. KUH, son bir yıldır içine girdiği sürecin doğrudan sonucu olarak sosyalizmi ”demokratik, reel” vb. gibi kavramlarla içini boşaltmaktadır.

Fırat Dicle bu makalesinde ideolojik düzlemde burjuvazi ile ayı dili konuşmaktadır.

Stalin’e yönelik en büyük çarpıtmalardan ve iftiralardan biri Troçki’ye karşı alınan tavırda karşılık bulmaktadır.

İddia Stalin’in Troçkiye yönelik mücadelede anti-demokratik bir yöntem kullandığıdır. Stalin’in eline tutuşturmaya çalışılan bu iddia, tarihi çarpıtmadır. Stalin, parti içinde demokrasiyi en fazla savunun bir önder olarak, hep birleştirici olmuştur.

MK içindeki “görüş ayrılıklarının tarihçesi üzerine” değerlendirmesinde şunları söyleyen bizzat Stalin’in kendisidir:

“Merkez Komitesi çoğunluğu içindeki iç mücadelemizin tarihçesine geçmek istiyorum. Anlaşmazlıklarımız neyle başladı? ”Troçki hakkında ne muamele yapılacağı” sorusuyla başladı. Bu 1924 sonundaydı. Leningradlılardan bir grup, başlangıçta Troçki’yi Partiden ihraç etme başvurusunda bulundu. Burada 1924 yılının tartışma dönemini gözönüne getiriyorum. Leningrad il Komitesi, Troçki’nin Partiden ihraç edilmesini talep eden bir karar kabul etti. Biz, yani MK çoğunluğu bununla hemfikir değildik. (”sesler: çok doğru”) ve biraz mücadelenden sonra, Leningrad’lı yoldaşları, kararlarından ihraca ilişkin paragrafı çıkartmaya ikna ettik. Bir süre sonra, MK plenum için bir araya geldiğinde ve Leningradlılar Kamenev’le birlikte ortaklaşa, Troçki’nin derhal Politbürodan ihracını istediklerinde, biz muhalefetin bu önerisiyle de hemfikir değildik. MK’da çoğunluğu elde ettik ve Troçki’ye Savaş işleri Halk komiserliği görevinden el çektirmekle yetindik. Ziyovyev ve Kamenev’le hemfikir değildik, çünkü budama politikasının bağrında Parti için büyük tehlikeler taşıdığını, budama yönteminin, kan akıtma yönteminin -ve onlar kan istiyordu- tehlikeli ve bulaşıcı olduğunu biliyorduk.” (Stalin cilt 7sf 303-304 İnter yayınları)

Troçki’nin, ihaneti ispat edilip sürgün edilene kadar defalarca af edildi. Partiden ayrılıp gittiğinde onu partiye kabul edenlerden biri de Stalin’di.  Daha fazla ileri gitmemesi için sürekli kazanılmaya çalışıldı.

Buna karşın Troçki, her fırsatta Sovyetlere düşmanlık etmekten geri kalmadı.

Sovyetlere karşı uluslararası saldırı, şanlı 1917 Ekim Devriminden hemen sonra başlamış ve bu karşı-devrimci komplo sabotajlar ve içten yıkma girişimleri her defasında bastırılmış ve karşı-devrimci örgütler açığa çıkartılarak mahkûm edilmiştir.

2.Emperyalist paylaşım savaşından sonra ise Kızıl ordunun gösterdiği başarılar ve bir dizi demokratik cumhuriyetin doğması ve Sovyetlerin giderek güçlenmesiyle Sovyetler Birliği emperyalistlerin baş düşmanı haline geldi.

Fransa, ABD, Almanya ve İngiltere bu hummalı karşı saldırının başını çeken devletler durumundaydı. Sovyetler’in başında bulunan büyük usta Stalin ise karşı-devrimin hedefiydi. Stalin’in gitmesi Sovyetlerin düşmesiyle eş anlamlı bir durumdu.

Stalin’nin muhaliflerini ekarte ettiği koca bir yalandır:

“Troçki Lenin’in ölümünden hemen sonra açıkça iktidar talebinde bulundu. 1924 Mayısındaki Parti Kongresinde Stalin’in değil kendisinin Lenin’in halefi olarak kabul edilmesini istedi. Kendi müttefiklerinin tasfiyesine rağmen sorunu oylanması için zorladı. Kongredeki 748 Bolşevik delege Stalin’in genel sekreter olarak kalmasına ve Troçki’nin kişisel iktidar mücadelesinin mahkum edilmesine oy birliğiyle karar verdi’’ ( Büyük Komplo  Sayfa 192 Yurt yayınları)

Stalin her zaman tüm yetkileri elinde toplayan tek lider kültüne karşı çıkmıştır. Parti içinde her zaman bir fikir mücadelesi yaşanacağını ve partinin de ancak böyle gelişeceğine inanan bir ustaydı. Keza savaş sonrasında Sovyetlerin ekonomide hızla gelişmesi, Stalin’in önderliğinde partinin doğru planlaması ve halkın gösterdiği büyük fedakarlıklar sayesinde olmuştur.

Kızıl Cumartesiler buna örnektir.

Sovyetler’de bir karşı devrim hareketine dönüşen Troçkistler emperyalistlerce sürekli olarak desteklenmiş ve arka çıkılmıştır. Öyle ki emperyalistler Troçki’den ‘’Rusya’nın Kızıl Napolyon’u’’ olarak bahsediyorlardı.

Bu desteği arkasına alan Troçki´nin 7 Kasım 1927’de ilk karşı devrimci ayaklanması Bolşeviklerce bastırılmıştır. Troçki bu tarihten sonra boş durmamış ve faaliyetlerine devam etmiş, bundan dolayı da 1929’da yargılanmış ve sürgün edilmiştir.

Troçki yaşamı boyunca hiçbir zaman tutarlı bir çizgi izlemedi. Ölünceye kadar Sovyetlerin düşmanı oldu. Devrim sonrasında, Sovyetleri dört bir yandan kuşatan emperyalist güçler arasındaki çelişkiden yararlanan Lenin’in, Almanya’yla imzaladığı Brest-Litovsk anlaşmasını sabote eden yine Troçki oldu.

Lenin ve Stalin tek ülkede sosyalizmin zaferi mümkün derken Troçki buna karşı çıktı. “Rusya’da devrim mümkün değil” diyerek Kamanev ve Zinovyev’le aynı saflarda yer aldı. Devrimden yıllar sonra Troçkist Isaac Deutscher, ‘Stalin’ adlı eserinde bu sorunu çarpıtarak Troçki’yi aklamaya çalışmış, tüm Stalin düşmanları da bu Troçkist yazarın yalanlarını kendilerine dayanak yapmışlardır.

Troçki devrim sonrasında özelikle de Stalin’in parti tarafından Lenin’inin yerine seçilmesiyle her fırsatta sosyalizme, proletarya diktatörlüğüne saldırmıştı.

Troçki’ye göre işçi sınıfı ile köylülük arasındaki ittifak artık zamanını doldurmuştu. Köylülüğe güvenmek hatalıdır. Köylülük tutarsız ve güvenilmez bir sınıftır. “Eğer batıdaki bir devrim Sovyetlere zamanında yardıma yetişmezse proletarya diktatörlüğü ayakta kalamaz “ diyerek devrime karşı çıkmıştır.

Troçki NEP (Yeni Ekonomik Politika) karşı çıktı. Sabote etmeye kalktı. NEP’in atlanarak doğrudan “ağır sanayiye’’ geçilmesinin propagandasını yaptı. Troçki’nin bu tezi kabul edilmiş olsaydı Sovyetler bir yıl geçmeden açlıkla yüz yüze gelecek ve devrim bütünüyle tehlikeye girecekti.

Stalin NEP’i ustaca uygulayarak bu geçiş dönemini yürüttü. Zamanı geldiğinde de Kulaklar’ı tasfiye etti.

Yakın tarihte Stalin’e karşı ikinci büyük saldırı 1985 yılında Sovyet maskeli Rus Sovyet Emperyalizminde Gorbaçov’un iş başına gelmesinden sonra yeniden başladı.

Neydi bunlar?

Yeminli Stalin düşmanlarına göre, Stalin “Cani’’, “diktatör’’ vb. idi.  Stalin milyonlarca masum insanı öldürmüş, suçsuz insanları Sibirya kamplarına sürmüş, haksız yargılamalar yapmıştı. Öyle ki, Sovyetler Birliği arşivleri olarak raflardan indirilen her dosya da Stalin’in yeni ‘suçları’ belgeleniyordu!

Karşı devrimci çevreler Stalin şahsında sosyalizme, proletarya diktatörlüğüne ve sosyalizmin kazanımlarına saldırdılar.

Sosyalizmin eksiklerini eleştirmek ile sosyalizme cepheden saldırmak aynı şey değildir. Dünyanın ilk sosyalist ülkesi Sovyetler de birçok hususta eksikler, yanlışlar olduğu doğrudur. Bu durum toplumsal gelişmenin doğasına da uygundur.

Kuşkusuz Stalin bu ilk sosyalist ülkenin önderi olarak hatalar yaptı. Ne var ki burjuvazinin ve onun sözcüsü ideologların amacı bu eksikleri sonraki kuşaklar daha iyisini yapsın diyerek eleştirmek, analiz etmek değildi.

Burjuvazi ve sözcüleri, Stalin şahsında sosyalizme, onun kazanımlarına ve kapitalizme karşı bir alternatif sistemin var olma ihtimaline saldırıyorlar.

Stalin döneminde, sanayileşmede, tarımda muazzam ilerlemeler yapıldı. Açlığa son verildi. Sağlık tüm Avrupa ülkelerinden daha ileri düzeydeydi. Eğitim bilimsel ve herkese açıktı.  Sovyetler de, kadınlar özgürlüklerine kavuşarak, üretimde yerlerini aldılar. Açılan kreşlerle kadın, çocuk bakmaktan kurtuldu.

Kruşçev’in 1956 yılında iş başına gelmesi, revizyonizmin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte sosyalizm adım adım tasfiye edildi ve bugünlere getirildi. Brejnev, Yeltsin, Gorbaçov ve bugün Putin Rusya’sının durumu ortadadır.

Sosyalist bir ülkeden emperyalist bir ülkeye gelip demirleyen Rusya, işgalci bir emperyalist güç olarak, dünya haklarının düşmanı konumundadır.

Stalin ve 1936 yargılamaları

Karşı devrimci odakların yargılandığı 1936 duruşmaları ve buradan çıkan sonuçlardan Stalin sorumlu tutuldu.

Sosyalist bir devletin kendisini karşı devrimcilerden koruma onları yargılama ve cezalandırmasını Stalin’in ‘’despotluğuyla’’ açıkladılar. Tüm halka açık yapılan ve radyolardan dinlenen bu yargılamalar sırasında itiraflarda bulunanların Sovyetlere karşı nasıl bir düşmanlık içinde oldukları bilinmesine rağmen, Troçkistlerin korosuna katılanlar aynı türküyü bugünde söylemeye devam ediyorlar.

Yargılananlar, siyasal mücadeleyle başaramadıklarını entrika ve komplolarla, sabotaj ve silahlı saldırılarla yapmaya başladılar. Troçkistler, Zinovyevistler, Buharinciler, bu karşı devrimci odakların başını çekiyorlardı. Alman, İngiliz, Fransız emperyalistlerinin doğrudan desteğiyle Sovyetleri içeriden çökertmeye çalışan bu karşı devrimci odakların yargılanmasını mahkûm etmeye çalışanları tarihin nasıl mahkum ettiği, duruşmalar sırasında netleşti.

Alman emperyalizminin 5. Kolu olmayı kabul eden Troçki, faşist Almanya’nın Sovyetlere saldırısıyla iktidara geleceklerini umuyorlardı. 1 Aralık 1934 yılında Sergey Kirov bu hayalle katledildi. Kirov Stalin’in en yakın çalışma yoldaşıydı. Onu katleden  Nikolayev yargılandığında “kurşunumuz ülke içerisinde Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne ve Sovyet hükümeti’ne karşı bir patlamanın bir isyanın işareti olmalıydı” diyecekti. ( Michael Sayres, Albert E.Kahn, Büyük komplo s. 239)

Zinovyev, 1932 baharında Kamanev, Bakyev, Yedimov ve Karev’le beraberken Bakayev’e Stalin’e karşı terör eylemi  ve Karev’e de Kiraov’a karşı terör eylemi örgütleme görevi verdim” diyerek suçunu itiraf ediyordu.  (Moskova yargılamaları  s47)

Bu yargılamalar başından sonuna kadar açık yapılmıştır. Birçok emperyalist ülke büyük elçileri de bu duruşmaları izlemiş ve anılarında yargılamaların oldukça şeffaf olduğunu, hiçbir baskı ve işkence ve zorla itirafa rastlamadıklarını dile getirmişlerdir.

Duruşmayı bizzat izleyen Strong, “…. ben mahkeme de günler boyunca bu öykünün gelişme aşmalarını seyrettim. Suçlananlar düpedüz konuşuyorlardı ve hiç bir işkence izi taşımıyordu.” (Anna Lousise Strong, Stalin dönemi s 93)

1936- 1937, 1938 yılı yargılamalarını sonradan analiz eden Strong, ‘Stalin Dönemi’ adlı kitabında şunları yazıyor:

“Bana gelince. Sanıkları çoğu kez birkaç metre yakından dinledim. Bir zamanların devrimci liderlerinin birer hain haline gelmeleri süreci bana akla uygun geldi.”

Tüm bunlar ve daha fazlası, Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin emperyalist ülkelerin desteğiyle nasıl yıkılmak istediğini gösteriyor.

Kanla ve canla kazanılan bir iktidarın kolayca karşı devrimcilere kaptırılmayacağını herkes bilir.  Stalin’e “faşist’’ diyen Fırat Dicle, bunları bilmiyor olamaz.

Yıkılan ve kötü olan reel sosyalizm değil, sosyal emperyalizmdir.

Mao Zedung sosyalizmde sınıf mücadelesinin devam edeceğini, proletaryanın uyanık olması ve iktidarını parti içinden çıkan yeni burjuvaziye karşı koruması gerektiğini söylemiştir.

Mao, sosyalizm deneylerini de yaşayan bir önder olarak parti içinde filizlenen ve giderek güçlenen yeni burjuvaziye karşı 1966 yılında Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD)’ ni gerçekleştirdi. Bu, sosyalizmde sınıf mücadelesinin bir izdüşümü olarak karşı devrimcileri bastırma hareketinin doğrudan sonucuydu.

Büyük derslerle dolu olan BPKD sadece Çin’de etkisini göstermemiş, dalga dalga yayılarak, dünyanın birçok ülkesinde yeni Komünist Partilerin de kurulmasına vesile olmuştur. Coğrafyamızda da 24 Nisan 1972’de, Proletarya Partisi BPKD’nin bir ürünü olarak kurulmuştur.

Rusya’da, Çin’de, Doğu Avrupa ülkelerinde Komünist Partiler içinde filizlenen, örgütlenen yeni burjuvazi, sosyalizmi ve proletarya diktatörlüğünü-proletarya demokrasisini- adım adım revize ederek iktidarı ele geçirdiler.

‘Geriye dönüş’ adını verdiğimiz bu süreçte sosyalist devletlerin tek tek kaybedilmesinin nedenleri ve yapılan hataları bir bütün olarak masaya yatırmak, dersler çıkarmak komünistlerin önünde duran en büyük görevlerden biridir.

Sosyalizmin kazanımlarını bir tarafa bırakarak, bugünün Rusya’sı ve Çin’i üzerinden sosyalizmi değerlendirmek sosyalizme yapılmış en büyük haksızlıktır.

Konumuz Stalin olduğu için Sovyetler de geriye dönüşün nasıl gerçekleştiğine bakalım.

Stalin’in Mart 1953’te ölümünden sonra iktidarı ele geçiren yeni burjuvazi Sovyetlerde o güne kadar sosyalizmin tüm kazanımlarını adım adım geriye çevirdi. Ekim’le atağa kalkan proletarya ve müttefikleri yeni burjuvazinin  kıskacında hapsoldular.

Sosyalizme geçişle birlikte ekonomi ve topluma kazandırılan dinamizm, 1950’lerin ortalarına dek canlılığını korudu. 1950’lere kadar üretimin verimliliği artmış, kırla şehir arasındaki denge korunmuş bu yıllarda birkaç on yıla sığdırılan muhteşem gelişmeler sağlanmıştı.

Ancak 1950’lerden sonra denge bozuldu. Kuruşçev-Hruşçov- ve ekibi sosyalizmin temel dinamiğinden adım adım uzaklaştılar. Bunu karakterize eden nitelik, “iktisadi reform” adı altında, toplumsal üretimin önceden saptanan merkezi sosyalist bir plana göre yerine getirilmesi ilkesinin sakatlanması ve giderek sosyalizmin terk edilmesiydi.

Yıl 1962’e varıldığında Liberman, Pravda’da reform tartışması başlattı.

Liberman’ın reform paketinin özeti şuydu:

-Merkezi planlamanın yönlendiriciliğindeki “sosyalist” planlı ekonominin terk edilmesi, bunun yerine serbest piyasa ekonomisinin geçirilmesi.

-Kârın, başarı göstergesinin temeli haline getirilmesi.

-Saptanan kârlara varılması koşuluyla, öngörülen primlerin azamileştirilmesi.

-İşletmelere verilen plan hedeflerinin azaltılması.

-Kendi kendine finanse etme.

-Kazancın azamileştirilmesi.

-İşletme özerkliği.

Revizyonist güruh, giderek halktan ve devrimden uzaklaşan bu zeminde reform çizgisinde karar aldı. Bu reformlar, “önceki yenilik denemelerinin bir sentezini yapma ve böylece tutarlı yeni modellere ulaşma yönünde sistematik bir çabayı temsil eder ve bu yönüyle 1950’lerin kısmi reformlarından ayrılır.”  ( Korkut Boratav, “Bölüm-8, Yeni Modellere Doğru”, Sosyalist Planlamada Gelişmeler, s.234)

1965 reformlarının çok daha köklü olması bakımından Boratav’ın yaptığı bu saptama bu bağlamda yerindedir.

Geleneksel Sovyet modelinde, Sovyet planlama sisteminde, kazanç hiçbir zaman işletmelerin başarısının bir ölçütü olmadığı, gelir-gider farkını ifade ettiği halde, Liberman modelinde, kazanca yeni ve özgün payeler biçilerek başarı ve başarısızlığın ölçütü haline getirildi.

Liberman’a göre, her işletme için tek tek iyi olan, yararlı olan, plan için de yararlı ve iyidir.

Böylece, planlı sistemin genel çıkarları tek tek işletmelerin çıkarlarının gerisinde ve ona tabi hale getirilmiş olacaktı.

Reform adı altındaki uygulamalar, yalnızca Sovyetler Birliği ile sınırlı değildi; aynı uygulamalar Çekoslovakya ve Macaristan’da olduğu gibi, çok daha cüretkâr biçimde diğer Doğu-Avrupa ülkelerinde de denendi.

Üst yapının revizyonistlerce gaspı ile birlikte, adım adım sosyalizmden uzaklaşan Doğu-Avrupa ülkelerinde, sosyalizmden tersine bükülen çubuğun yarattığı zorlukları alt edebilmenin yolunu, reform adı altında piyasa ekonomisinde aramaya başladılar.

Doğu-Almanya’da reform hareketi 1963 yılında ‘Yeni Ekonomik Sistem’ adı altında ölçülü bir perspektifle uygulamaya konulmuştu. ‘Yeni Ekonomik Sistem’ Reformları, her Doğu-Avrupa ülkesinde olduğu gibi, merkezi plan hedeflerinde azalmayı öngören temelde somutlaşıyordu.

Devlet sübvansiyonlarının kaldırılması, kârın temel olgu haline getirilmesi, sistemin ayır edici özelliğiydi.

Politik dürtülerin yerini maddi özendiriciler almaydı; nitekim öyle de oldu.

Mao Zedung’un 1978 yılında ölümünden sonra parti içindeki yeni burjuvazi Hua Guafeng ve onu takip eden Deng Şioping ve şürekası, sosyalist Çin’i sosyal emperyalist bir Çin’e dönüştürdüler.

Kısacası; 1956’da Sovyetlerde Kruşçev’le başlayan ve tüm Doğu Avrupa’yı kapsayan, 1978’den sonra Çin’i de içine alan bu yeni emperyalist ülkeleri sosyalist olarak ilan edip, bunlar üzerinden bir sosyalizm değerlendirmesi yapılamayacağının bilinmesi lazım.

Sosyalizm değerlendirmesi yapılacaksa, Lenin, Stalin ve Mao Zedung döneminde yaşanan sosyalizm deneyimlerinin değerlendirilmesi gerekir. Bunun üzerinden atlanarak, sosyal emperyalist ülkeleri sosyalist olarak değerlendirip, “reel sosyalizm”, “bilimsel sosyalizm” adlandırmasıyla,  (Fırat Dicle) eleştirilerin yapılması doğru değildir.

Rojava, ne sosyalizmin son durağı, ne de sosyalist bir ülkedir

Yazar “Rojava, bu inanç ve düşünce ile sosyalizmin son durağıdır. Ve Demokratik sosyalizmin ilk mekanı, ilk ayak izlerinin yeşerdiği yerdir. Sahrada vaha  olan tek mekandır.

Sadece bir sınıfa ait olmayan sosyalizm anlayışını geniş bir yelpazede ele alıp topluma mal etmek gerekiyor.

Bu çerçevede Önder Apo, sosyalizmin eksik yanlarını görüp değiştirerek ve dönüştürerek toplumsal hale getirmek istedi. Reel sosyalizm ve bilimsel sosyalizmin eksik yanlarını düzelterek sosyalizme yeni bir bakış açısı getirdi ve demokratik sosyalizmi geliştirerek sosyalizmin esas özünü ortaya koydu.” (Fırat Dicle ANF) demektedir.

Suriye iç savaşının başladığı 2011 sonrası geliştirilen stratejik bir hamle sonrası, IŞİD belasını bu bölgeden temizleyerek önce Kobané’yi, daha sonra ise Rojava’nın tamamını ele geçiren Kürt Hareketinin öncülüğünde Rojava Kürtleri, kendi özerkliklerini elde ettiler.

Rojava’da Kürtler, dünyadaki dengeler, bölgesel gelişmeleri de göz önünde bulundurarak özgürce ayrılma hakkını kullanmadı. ”Demokratik Suriye” şiarıyla ”yerel özyönetim” etrafında yeni bir yönetim inşa ettiler. Bizim eleştirimiz buna bu sahada inşa edilen ve parçası olduğumuz özerk yönetim modeline değildir. Eleştirimiz Rojava’nin ‘sosyalizmin son durağı’ olarak gösterilmesidir.

Rojava’da gerçekleşen devrim, sosyalist bir devrimle bir ve aynı değildir. Her şeyden önce sosyalist devrimin içeriği ve kapsamıyla, Rojava’nın statüsü aynı şeyler değildir.

Devrim sonrası kadının özgürleşmesi, çeşitli milliyetlerin özgürlüklerini elde etmesi  ve daha fazlasıyla, Rojava bir devrim idi. Ancak bu devrim sosyalist bir devrim değildi. Ulusal demokratik bir devrim olarak tarihe geçen Rojava’yı “bu inanç ve düşünce ile sosyalizmin son durağı..”  olarak ilan etmek yanlıştır.

Yazar, sosyalist bir devrimle ulusal devrimi bilerek bir birine karıştırıyor. Bunu, yeni stratejilerine uygun hala getirmek ve Abdullah Öcalan’ın ”demokratik sosyalizm” tezini güçlendirmek için kullanıyor.

Belirtmek gerekir ki sosyalizmi ”demokratik olan sosyalizm””demokratik olmayan sosyalizm” olarak yeni bir tezle ifade etmek, sosyalizm fikriyatına yönelik bir kafa karışıklığına işaret eder.

Sosyalizm, Komünist Parti’nin öncülüğünde, işçi sınıfı ve müttefiklerinin gerçekleştirdiği köklü bir devrimdir. Sosyalizmin nihai hedefi ise sınıfsız bir toplum olan Komünizme geçmektir. Sosyalizmden Komünizme geçiş sadece tek bir ülkede değil, yerküredeki diğer coğrafyalarda iktidarların proletarya tarafından ele geçirmesiyle gerçekleşecektir.

Bu geçişin kolay olmayacağı, uzun ve sancılı olacağı da bir gerçektir.

Sosyalizm, burjuvazinin (bizim gibi ülkelerde önce demokratik devrim, ardından sosyalist devrime geçiş) işçi sınıfının burjuvaziyi yenerek, kendi hakimiyetini kurduğu, sınıfsal bir alt üstoluştur.

Bu, bizim gibi ülkelerde demokratik halk diktatörlüğü-demokratik halk iktidarı-, sosyalist ülkelerde ise  doğrudan proletarya diktatörlüğü-proletarya demokrasisi- olarak hayat bulunur. Devlet, bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı aracı olduğuna göre, sosyalist devlette burjuvazi üzerindeki baskı aracıdır.

Yazar, “sosyalizmin sadece bir sınıfa ait olmaması gerektiğini”, söyleyerek teoriye yeni bir şey kattığını sanmaktadır.

Defaatle söylemek gerekir ki bu tartışma yeni değildir. Bu yaklaşım yaklaşık yüzyıl önce Lenin ve Kaustky arasında bir polemiğe konu olmuş ve Lenin bu absürt düşünceyi tarihin çöplüğüne atmıştı.

Devletin karakteri ne olursa olsun devlet dediğimiz yapı, bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki egemenlik aracıdır. Sosyalizm’ de burjuvaziye yer yoktur. Sosyalizm tüm sınıfların ortak devleti olamaz. Sosyalizm burjuvazi dışında proletarya ve müttefiklerinin ortak devletidir.

Rojava’yı ”sosyalizmin son durağı” ilan etmek, bilimsel olarak da doğru değildir. Rojava’yı sosyalist ilan etmek, sosyalizmin sınıf karakterini, devrime önderlik eden sınıfı yanlış tahlil etmek olur. Rojava’da tüm mülkiyetin millileşmesi söz konusu değildir. Böyle bir yapı ve işleyişte yoktur. Özel mülkiyet çeşitli biçimlerde devam etmektedir. Halkın tüm gereksinimlerinin merkezi ekonomik bir planlama ile yapılması da söz konusu değildir.

Üretim bakımından oldukça geri ve olanakların sınırlı olduğu bir alan olarak Rojava’dan bunları beklemekte doğru değildir de denilebilir. Bu anlaşılırdır. Tüm bu hususların üzerinden atlayarak Rojavayı ”sosyalizmin son durağı” olarak kabul etmek yanlıştır.

Öte yandan Rojava’yı “sosyalizmin son durağı” olarak teorileştirmek bilimsel değildir. ”Son” demek, ötesine geçmeme, durulan yerden ilerlememe anlamına gelir. Bu da Rojava’da gerçek manada sosyalizmin inşasına gerek olmadığı anlamına gelir.

Rojava’da, demokratik, kadın özgürlükçü bir temelde alternatif bir yaşam için parçası olduğumuz güçlü bir direniş sürmektedir.

TC devletinin ve bölge gerici güçlerinin, ABD ve diğer emperyalistlerin Rojava Devriminin demokratik, ilerici karakterini deforme etme ve kendi çizgisine çekme; devrimi boğma çabası sürmektedir.

Yurtsever, devrimci güçlerin buna karşı mücadelesi de elbette sürecektir. Bu mücadele Rojava halkının olduğu kadar Ortadoğu halklarının da dayanışması ve birliğini de gerekli kılmaktadır.

Son söz olarak; sınıf mücadelesi kendi mecrasında sürüyor. Sosyalizm’den geriye düşmüş olsak da bu sadece bir yol kazasıdır. Sosyalizm hala bir ihtiyaçtır. Dünyanın birçok coğrafyasında sosyalizm uğruna mücadele devam ediyor, kuşkusuz bu mücadele zafere ulaşacaktır!

Lenin’in sözleriyle: “…dünya tarihinin bazen geriye doğru dev adımlar atmadan pürüzsüz ve biteviye ilerlediğine inanmak diyalektik değildir, bilimsel değildir, teorik açıdan yanlıştır.” (Lenin seçme eserler cilt 5 sf 474)